Kanser tıbbi olarak değerlendirildiğinde organizmada meydana gelen ve hücreleri kontrolsüz büyüyen kötü huylu tümörlere verilen genel addır. Ancak kanser tanısı almış bir hastanın yüklediği anlam genel addan ötedir. Çoğu kişi için ölümle yüz yüze kalınan, belirsizliklerle dolu, ağrı ve acı içinde ölümü çağrıştıran, suçluluk, terk edilme, panik, endişe, kaybedilen sağlık için keder ve üzüntüden dolayı hastalığın önemini yadsıma, bu süreci bir savaş gibi algılama, ya da kaderci bir kabullenme gibi kaygı uyandıran bir hastalık olarak algılanır(1).
Bu durumda kanser olgusu, tıbbi-fiziksel bir hastalık olduğu gibi, ruhsal ve psikososyal bileşkeleri yoğun olan bir sorundur. Tanıyı alan kişiler yaşamlarına bir tehdit, saldırı, diğer bir deyişle kriz ile karşı karşıyadırlar ve bu krizle baş edebilmek için belirli süreçlerden geçebilirler. Yapılan araştırmalara bakıldığında; psikiyatrik hastalık tanısı almış olmasına bağlı olmadan kanser tanısı almış kişiler bir krizle karşı karşıya olup doğal yanıt denilebilecek belirli süreçlerden geçerler. Bu süreçleri tanımlayan Bolund beklenen tepkileri şu şekilde ifade etmiştir(2).
Tanıyı öğrenen kişi öncelikle şok halindedir. Bugüne kadar yakın çevresindekilerin kanser olduğunu öğrenmiş olsa da, yakınını kanserden kaybetmiş olsa da kendisinde olduğunu kabul etmekte zorlanır. Şok hali içerisindeyken hasta kendi bedenine yabancılaşmaya başlar, gelecekle ilgili planları alt üst olmuş gibi hisseder. Bu katlanılması mümkün olmayan gerçeği bilinç dışında tutmaya çalışır ve bu duruma en uygun olan inkar, ayrıştırma ve yansıtma gibi psikolojik savunma tepkilerini kullanır. Söylenenleri duymuyor, gerçeği bir türlü idrak etmiyor gibidir. Bu şok sürecinin süresi kişiden kişiye değişerek birkaç saat, birkaç gün, birkaç hafta ya da ay sürebilir. Hastalar “kanser” kelimesinden sonra söylenenleri duymadıklarını, rüyada gibi hissettiklerini, doktorun ağzını açıp kapadığını ama ne dediğini hiç anlamadıklarını, sersem ve şaşkın gibi olduklarını ifade ederler. Hasta haklarının en başında da gelen doktor değiştirme, araştırma, başka hekimlerle görüşmeler bu süreçteyken tanıyı inkar etmeye çalışmanın göstergesi olabilir. Bu süreç kişinin tanıya dair düşüncelerini yumuşatır ve hastalığını kabullenmesi için zaman kazandırır(3).
Bu şok süreci birkaç saat, birkaç gün, birkaç hafta ya da ay sürebilir.
Tanının getirdiği şoku atlatan hasta gerçeği kabullenmeye başlamış olup duygusal tepkisini ifade etme sürecine geçer. Bu sürece tepki aşaması adı verilir. Temel tepki biçimi olarak kaygıyla beraber; kişi yok olma tehdidi, kayıp algısı, ayrılık, ölüm düşünceleri ve bedene yabancılaşma duygularıyla karşı karşıyadır. Kişi kaygıyı yok etmek için inkâr ( hasta kanser olduğunu bildiği halde bu kelimeyi ağzına almaz ya da önemini küçümser bir tavır sergileyebilir), bastırma ( hasta zaman zaman hastalığı unutmuş görünür), karşıt tepki verme( bazı hastalar kendini eskisinden daha iyi hissettiğini söyler) gibi çeşitli savunma mekanizmaları kullanır. Hasta, hastalığının kontrol edilememesi ve sağlığına kavuşabileceği garantisinin olmamasından dolayı tedavi ekibine ve ailesine kızgınlık duyabilir. “Neden ben? Niye benim başıma geldi?” sorularıyla sık sık kendisini, hastalığını ve durumunu sorgular, yanıt aramaya çalışır. Bu süreçte kişinin dini inançlarında azalma gözlenebilir. Başkaları sağlıklı olarak hayatlarına devam ederken neden ben, neden şimdi” soruları hasta tarafından sorgulanır. Bu dönemde olan kişilerde kaygı, iştah azalması, dikkat dağınıklığı ve huzursuzluk görülmesi beklenen tepkilerdir.
Bu kaygıların ifade ediliş şekillerini kişinin yaşadığı tehditler, savunma baş etme yöntemleri, kaygı belirtileri ve boşta gezen kaygı olarak ayrıştırmıştır. Tehditler; yok olma, ayrılma, kaygı, denetim kaybı ve çalışmalardan oluşur. Savunma ve baş etme yöntemleri; bilgilenme çabası, paylaşım, eyleme yönelme, inkâr, bağımlılık, geri çekilme ve yansıtmadır. Kaygı belirtileri; huzursuzluk, endişeli bekleyiş, fizyolojik yakınmalar ve uyku bozukluğudur. Boşta gezen kaygı ise panik bozukluk ve psikotik kaygılardır.
Üçüncü aşama olan direnme; tedavinin en aktif olduğu dönemin bitmesi, hastanın yeni durumuna adapte olmaya çalışmasıdır. Artık hayat tecrübelerine daha önce hiç yaşamadığı bir yenilik eklenmiş olup eskiye dönemeyeceği değişiklere sahiptir. Ölüme bu denli yaklaşmak hayata bakış, anlam ve bundan sonraki yaşamın nasıl değerlendirileceği konusunu gündeme getirir. Tahlil yaptırmak, kontroller hastalıklarını yeniden hatırlamalarına sebep olur ve vücutlarına yönelik her bir değişiklik kanserin nüks ettiği endişesiyle kaygı düzeyini arttırabilir çünkü şimdi de Ya Nüks Ederse? Ya Yeniden Oluşursa? soruları zihinlerini meşgul eder.
Dördüncü aşama olan uyum döneminde; hasta artık gerçeği kabul eder, enerjisini ve ruhsal gücünü yeni yaşamına yönelterek uyum dönemine girer ve hastalığıyla birlikte yaşamayı öğrenir. Bu aşama ile birlikte kişi; yaşamını, geçmişini, geleceğini, varoluşunu yeniden yorumlamaya başlarken bir yandan da kimliğini, yaşam amacını, kendi narsistik amaçlarını ve yaşam tercihlerini sorgular. Kısaca tüm bu sorgulamaların yeniden yapılanmanın temelinde kişi güven ve denge arayışı içerisindedir.
Tüm bu aşamaların yaşanması doğaldır ancak tedaviyi reddetmek başta olmak üzere hastalığını, benliğini, günlük yaşantısını devam ettiremeyecek durumdaysa, tanı aldıktan 6 hafta geçmiş olmasına rağmen hala şok ya da inkar süreçlerindeyse, gündelik yaşamına adapte olmakta zorlanıyorsa, çökkün ya da kaygılı düşünce ve ruh halinden uzaklaşamıyorsa kanser psikolojisi alanında uzmanlaşmış olan psikiyatrist ya da psikoonkolog’dan destek alınmasında fayda vardır.
Psikoonkolog, 4 yıllık psikoloji eğitimini tamamladıktan sonra psikoonkoloji alanında uzmanlığını yapmış psikologların aldığı bir ünvandır.
Psikoonkologlar; kanserin hasta, aile ve tedavi ekibi üzerindeki psikolojik etkilerini, kanser risk ve seyrinde psikolojik ve davranışsal faktörlerin etkilerini ve kanser hasta ve ailelerine psikolojik tıp hizmetlerini sunar. Kanser hastalarının, ailelerinin, ve hastalığa olan fizyolojik, psikolojik ve sosyal etkileri araştıran psikoonkologlar bireysel terapi ve grup terapisi ile kişinin yaşamını kolaylaştırıp duygu yükünü hafifletmesine yardımcı olur, günlük yaşamına uyum sağlamasına, tedaviye uyum sağlamasına, ve yeni hayatına aktif baş edebilmelerini sağlayarak kişilerin hastalığıyla birlikte yaşamayı öğrenmesine yardımcı olur. Bireysel terapi türleri olarak; eğitim, destekleyici terapi, kriz müdahale, destekleyici müdahale, psikodinamik yaklaşım ve bunların kombinasyonudur. Grup terapi yöntemlerinde ise eğitim, psikoterapi ve kognitif davranışsal terapidir.
Birçok farklı yöntem ve terapi modelleri olsa da hepsinin amacı aynıdır; kendisiyle aynı durumdaki kişilerle konuşarak yabancılaşma duygusunu azaltmak, tedavilerle ilgili yaşadığı kaygı düzeyini azaltmak, yanlış anlama ve yanlış bilgileri netleştirmek, izolasyon, çaresizlik ve başkaları tarafından ihmal edilmişlik duygularını en aza indirgemektir(4).
Son yıllarda yapılan çalışmalara göre kanser hastaları için en etkili yöntemin psikoeğitim grup terapisi olduğu görülmüştür. Psikoeğitim kişilerin yaşamlarındaki problemlerine yardımcı olmak amacıyla eğitim ve psikoterapinin birleşmesidir. Genel amacı moral ve özgüveni arttırmak, baş etme becerilerini iyileştirmek ve yaşadıkları stresi azaltmaktır. Amerika ve Kanada başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde uygulanan psikoeğitim modelini psikoonkoloji alanında uzmanlık tezim ile ilk kez ülkemize kazandırmış olmanın mutluluğunu yaşıyorum.